Ey eski kamer, sen bizi elbette bilirsin!
Annemdi o nûrunda gezen zıll-ı mehâsin Bendim o çocuk, bendim o simâ-yi tahayyür
Bir gün ki hâzan ufka kızıl dalgalı bir nûr, Bir kanlı ziyâ haşrediyorken, onu bir yed,
Bir bâd-ı haşin aldı o rü’yâyı müebbed On beş sene evvelki hakîkat hep o gündür,
Ruhumda bugün zulmet-i pür-girye onundur. On beş senedir, ufka güneş kanlı düşerken;
Tenha ovadan, boş dereden, akşamın erken, Hüznîyle susan meşcerelerden gam-ı eylül,
Bir gölge yaparken, onu bir savt-ı tegâfül Hasretle sorar kalbimi imlâ eden âha,
Yerlerde yatan sisli, donuk hüsn-i tebâha
(zıll-ı mehâsin: iyilik gölgesi, simâ-yı tahayyür: şaşılası sima, hazân: sonbahar yed: el, bâd: yel, zulmet-i pür girye: ağlama dolu gölge, meşcere: ormanlık, savt-ı tegâfül: gaflete düşmüş gibi ses çıkarma, imlâ: yazma, doldurma, hüsn-i tebah: çürümüş güzellikler)
Bu şiir parçası için aşağıdakilerden hangisi söylenemez